1500'lerde İngiltere

29.09.2010 15:39




Kim demiş tarih sıkıcıdır diye...
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun
sıcaklığı tam istediğiniz...
gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin
nasıl yapıldığını düşünün,
1500'lerde İngiltere'de işler şöyle
yapılıyordu:

İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu
Çünkü senelik banyolarını Mayıs
ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok
kötü kokmuyorlardı . Ama yine de
kokmaya başladıkları için gelinler
vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak
amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir
fıçıdan meydana geliyordu.
Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına
sahipti. Ondan sonra oğulları
ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra
çocuklar ve en son olarak
ta bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su
o kadar kirli hale
geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri
kaybetmek mümkündü.
İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte
bebeği deatmayın'
(Don't throw the baby out with the bathwater)
deyimi buradan gelmektedir.

Evlerin çatıları üst üste yığılmış
kamıştan yapılıyor, kamışların altında
tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların
ısınabilecekleri tek yer olduğu
için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük
hayvanlar (fareler, böcekler)
çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman
çatı kayganlaşıyor ve bazen
hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu.
İngilizce'deki 'kedi-köpek
yağıyor' (It's raining cats and dogs)
deyimi buradan gelmektedir.

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri
engelleyecek hiçbir şey yoktu.
Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların
içine düşmesi büyük bir
sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek
direkler ve üstünde örtü bulunan
İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.

Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini
topraktan başka bir şeyden
yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor)
tabiri buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı.
Bunlar kışın ıslandığı
zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere
saman (thresh)
seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam
ediliyordu. Bir zaman
geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya
taşıyordu. Buna mani olmak
üzere kapının altına bir tahta parçası
konuyordu ki bunun adı 'thresh
hold' (saman tutan; Türkçesi eşik idi.

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine
asılı durumdaki büyük bir
kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş
yakılıyor ve kazana bir şeyler
ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et
pek bulunmuyordu. Akşam
yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor,
gece boyunca soğuyan yemek
ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam
ediliyordu. Bazen bu yahni çok
uzun süre kazanda kalıyordu. '

Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk,
kazandaki bezelye lapası dokuz günlük'
(peas porridge hot, peas porridge cold, peas
porridge in the pot nine days old)
tekerlemesinin menşei budur. Bazendomuz eti
buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı .
Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara
gösteriş yapıyorlardı. Birisinin
eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu
etten küçük bir parça keserek
misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı . Buna
'yağ çiğnemek' (chew the fat)
adı veriliyordu.

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından
yapılmış tabaklar alabiliyordu.
Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek
yemeğe karışmasına sebep
oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme
yol açıyordu. Domatesler
buna hep sebep olduğu için bunda sonraki
yaklaşık 400 yıl boyunca
domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.

Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından
yapılmış tabakları yoktu. Onun
yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı . Çoğu
zaman bu tabaklar bayat ekmekten
yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki
uzun zaman
kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman
yıkanmadığı için içinde kurtlar ve
küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan
yemek yiyen insanların
ağızlarında 'tabak ağzı' (trench
mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler
yanık olan alt kabuğu, aile orta
kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.

Bira ve viski içmek için kurşun kadehler
kullanılıyordu. Bu bileşim
insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette
tutabiliyordu. Yoldan geçen
insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek
için hazırlık yapıyordu. Bunlar
birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne
yatırılıyor¸ aile etrafına
toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına
bakıyordu. Buna 'uyanma' nöbeti
deniyordu.

İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar
ölülerini gömecek yer
bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları
kazıp tabutları çıkarıyor,
kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve
mezarı yeniden kullanıyorlardı .
Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde
iç tarafta kazıntı izleri
olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri
gömüldüğü ortaya çıktı. Buna
çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip
bağlayıp bu ipi tabuttan
dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir
kişi bütün gece boyu
mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık
nöbeti 'graveyard shift')
denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur
('saved by the bell') bazıları
da 'ölü zilci' (dead ringer) olurdu.

Geri

Sitede ara

© 2010 Tüm hakları saklıdır. Mert Akça - Adana